HENRY Joseph
Güncelleme 15/06/2020
Joseph Henry (1797-1878) Kimdir?
Amerikalı fizikçi Joseph Henry’nin elektromanyetizma araştırmalarına önemli katkısı oldu. Üç yüz kilogram kaldırabilen zamanının en büyük elektromıknatısını inşa etti. Faraday’dan bağımsız olarak elektromanyetik indüksiyonu keşfetti. Ayrıca telgrafın ilk örneklerinden birini ve elektrik rölesini keşfetti. Ticari olarak kullanıldığında mucidi değil başkalarını zengin ettiği gerekçesiyle keşiflerinden hiçbiri için ilkesel olarak patent almadı. înduktans birimine onun adı verildi. Ne yazık ki büyük bir deneysel fizikçi olarak kabul görmesi bu ünün tadını çıkartamayacağı kadar geç gerçekleşti. Bununla birlikte adını esas duyuran, yeni kurulan Smithsonian İnstitution’da gösterdiği üstün yöneticilik becerisiydi.
Joseph Henry Biyografisi
Joseph Henry New York Eyaleti’nin başkenti Albany’de 17 Aralık 1797’de doğdu. Stirling kontlarıyla uzaktan akraba olan babası William Henry Argyle’den bir yevmiyeciydi. Annesi Ann (kızlık soyadı Alexander) bir değirmencinin kızıydı. William Henry’nin genç yaşta yaşamını kaybetmesiyle Joseph’in yetiştirilmesi büyük ölçüde dul kalan Ann’e düştü. Ann ufak tefek, ince yapılı, güzel yüz hatlarına sahip bir kadındı. Ömrü kocasından daha uzun oldu. Ann, İskoç Presbiteryen Kilisesi’nin sadık ve kurallarına çok bağlı bir üyesiydi; oğlu da bu prensipleri edindi. Ann oğlunu, altı yaşına gelmeden üvey annesi ve ikiz kardeşi John ile yaşaması için yakınlardaki Galway’e gönderdi. Üç yıllık temel eğitimden sonra Joseph bir bakkalda çalışmaya başladı. Bakkalın aydın kişilikli sahibi Joseph’i işten sonra eğitimine devam etmesi için teşvik etti. On dört yaşına geldiğinde Albany’ye dönerek burada bir saatçi ve kuyumcunun yanında çıraklığa başladı. İşyeri kapanmak durumunda kalınca çıraklığı son buldu. Ancak çıraklığı bitmeden önce ileride kendisine yararlı olacak pratik beceriyi edinmişti.
Albany o günlerde büyük bir yer değildi ama gurur kaynağı bir tiyatroya sahipti. Tiyatro bir yıl boyunca genç adamın boş zamanlarını geçirdiği bir yer oldu. Joseph amatör bir grubun üyesi olarak hem oyunculuk yaptı hem de oyun yazıp sahneye koydu. Daha sonraki yıllarda etkili bir konuşma yapması gerektiğinde bu tecrübesinin ona yararı dokunacaktı. Bu dönemde Joseph Henry, iyi görünümü, narin teni, ufak tefekliği ve neşeli tavrıyla dikkat çekici biri olarak tarif ediliyordu. Canlı mizacı onu genel olarak sevilen biri yapmıştı. Şehirde, neredeyse bir kolej ayarında Albany Academy adında harika bir okul vardı. Joseph bu okulun gece sınıflarında geometri ve mekanik, sonra da kalkülüs ve kimya dersleri alarak eğitimine devam etti. Bu arada özel ders vererek geçimini sağlıyordu. Bilime yönelmek istiyordu ama o dönemde ABD’de sadece tıp alanında bilimsel kariyer vapma olanağı vardı.
Albany’de ayrıca yaklaşık 300 ciltlik bir kütüphaneye sahip, Albany Institute adıyla bilinen bilimsel bir dernek vardı. Henry ; burada kütüphaneci olarak çalışıyor, deneysel gösteriler eşliğinde üyelerine dersler veriyordu. Aynı zamanda I.agrange’ın klasik eseri Mecanique analytiqne’ (Analitik Mekanik) inceliyordu. Bu çok yönlü genç adam Hudson nehri ve Erie gölü arasında yapılacak yeni yolun tesviye çalışmalarına öncülük etti. Bu işteki başarısı başka yerlerden de böylesi iş teklifleri almasını sağladı. Ancak 1826’da Albany Academy’de matematik ve doğa felsefesi profesörlüğü görevi teklif edilince diğerlerini reddetti. Böylece, daha önceki doktor olma fikrinden vazgeçmesi gerekiyordu ama zaten bu konuda çok fazla gelişme kaydedememişti.
Henry kendisine itibar kazandıracak bilimsel kariyerinin başlangıcındaydı. Priestley’in History and Present State of Electricity (Elektriğin Tarihi ve Bugünkü Durumu) adlı eserini okumuş, Coulomb’un çalışmalarından da haberdar olmalıydı. Aynı zamanda Ampere’in çalışmalarını ve Volta’nın bir elektrik akım kaynağı olarak pili keşfettiğini de biliyor olabilirdi. Her halükârda Joseph Henry boş zamanının önemli bir bölümünü yararlı klasik deneyleri tekrar etmeye ayırıyordu.
Henry’nin Schenectady’deki başarılı iş adamı dayısı ölünce, dul eşi ailesiyle birlikte Albany’ye taşındı. Oğlu Stephen çok narin ve hassas bir gençti. On sekiz yaşında Union College’dan matematik ve astronomiden çok iyi dereceyle mezun oldu. Benzer ilgi alanları olan iki kuzen çok iyi anlaşıyordu. Bir müddet sonra akademinin öğretim görevlisi kadrosuna dahil olan Stephen daha sonra da Henry’nin peşinden Princeton’a gidecekti. Bu arada Henry bir süredir flörtleştiği Stephen’in kızkardeşi Harriet’le 1829 yılının sonlarında evlendi. Çiftin altı çocukları oldu; ikisi bebekken, tek oğullan da ergenlik döneminde öldü. Hayatta kalan üç kızları Helen, Mary ve Caroline ebeveynlerinin ileri yaşlarında hayatlarına neşe kattılar. Mütevazı, utangaç ve anlayışlı Harriet, Henry’ye dış dünyanın sıkıntısından kaçıp sığınacağı bir ev hayatı temin etti. Harriet, Henry için ideal bir eş olmuş gibiydi.
Henry 1832’de otuz altı yaşındayken, yıllar sonra Princeton University’ye dönüşen New Jersey College’ta doğa felsefesi bölüm başkanlığına getirildi. Sadece yetmiş öğrencisi olan New Jersey College’ın durumu kötüydü. Şartlar daha sonra yavaş yavaş iyileşti. Henry Princeton’da geçirdiği on dört yılın hayatının en mutlu dönemi olduğunu söyleyecekti. Princeton’a ilk geldiğinde görünümüyle bir şaşkınlık uyandırmıştı: “Cenç kızları kıskandıracak derecede sağlıklı, taze ve bir o kadar da hassas ve duru siması vardı. Yüzünde, geçen zamanın, yıpratıcı endişelerin, gözü kanlı kıskançlığın izini taşıyan kırışıklıklar yoktu; harikaydı. Bir kaymaktaşı kadar beyaz ve saftı. Dik ve asil görünüşü, sağlam ve kibar duruşuyla bir sanatçı için ideal bir Apollo modeli olabilirdi.”
Henry’nin Princeton’a girmesi bilimsel araştırmalar yapan daha geniş bir çevreyle ilişki kurmasını sağlamıştı. Artık bir entelektüel vakum içinde kalmak zorunda değildi. Örneğin, yeni inşa edilmiş tren yoluyla yapacağı kısa bir seyahat onu bir başka üniversitenin ve birkaç meslek derneğinin olduğu Philadelphia’ya ulaştırıyordu. Bunlardan biri de 1835’te üyeliğine seçildiği American Philosophical Society’ydi. Princeton’daki araştırmalarının sonuçlarını bu derneğin üyelerine iletiyordu. Ne var ki dernek, sunulan makaleleri yayımlamakta biraz yavaş davranıyordu. Bundan dolayı Henry, Amerika’da neler yapıldığıyla hiç ilgilenmeyen Faraday ile rekabette dezavantajlı durumdaydı.
Henry ve Faraday’ın hayatlarını karşılaştırmak çok ilginç olacaktır. Faraday 1791’de doğup 1863’te öldü; Henry ise 1797’de doğup 1878’de öldü. Bununla beraber yaratıcılıklarının zirvesinde oldukları dönem hemen hemen aynıydı. Her ikisi de resmi eğitim alma geleneği olmayan, çocuklarını okutabilme koşullarının olmadığı işçi sınıfından geliyordu. Her ikisi de hayal gücünü ortaya çıkartacak nitelikteki, şans eseri okudukları eserlerin etkisiyle bilimsel alanda kariyer yaptı. Her ikisi de doğayı Tanrflarının yaratımı olduğunu düşünen son derece dindar kişilerdi. Bununla birlikte kariyerlerinin bu aşamasında göreli durumlarına göz atmadan bu karşılaştırmayı tamamlamak mümkün değil. Henry küçük bir kasabada, çok az boş zamanı olacak şekilde ve birkaç teknik yardımcıyla fon ve olanaklar peşinde koşuyordu. Faraday ise Royal Institution’da daha iyi bir durumdaydı. Entelektüel faaliyetler dünyasının merkezinde, araştırmalarına istediği kadar zaman ayırabiliyor ve dönemin en iyi teknik zihinlerine sahip kişilerle devamlı iletişimde bulunabiliyordu. Henry her seferinde keşiflerinin Faradav tarafından öngörüldüğünü fark etti. Anlaşılır bir şekilde hayal kırıklığına uğradı, hevesi kırıldı.
Princeton’da dört yıl boyunca yaptığı çalışmaların bir karşılığı olarak, 1836’da kolejin mütevelli heyeti Henry’ye bir yıllık ücretli izin verdi. Mali krize girecek olan hir ülkeden, ABD’den kaçmak için iyi hir zamandı. İngiltere o zamanlar birçok açıdan, zamanında Amerikalı kolonicilerin karşı ayaklanma gerçekleştirdikleri ülkeden hayli farklıydı. Reformlar ve sanayi ruhu tüm insanları sıkı sıkı kavramıştı. Henry Londra öncesinde, referans mektupları almak için Washington’a gitti ama hayatının önemli hir bölümünü geçireceği başkentten çok etkilenmemişti.
Londra’ya geldiğinde hemen Royal Society ve Royal Institution^ ziyaret etti. Ne var ki paskalya tatili olduğu için Faraday Londra’dan ayrılmıştı. Ama kısa bir süre sonra buluştular ve Henry, Faraday’ın bir konuşmasını dinledi. Henry çok yararlı ve zevkli geçen iki aydan sonra iki haftalığına Paris’e gitti. Etrafı gözlemlerken birçok Fransız geleneğini ilginç bulmuş ve burada, Amerika’da sadece erkeklerin çalıştığı işlerde kadınların çalışması karşısında çok etkilenmişti. Toplumda egemen olan askeri ruhu, özellikle sağlam yapılı her erkeğin ayda bir gün askerlik görevini yerine getirme zorunluluğunu saçma bulmuştu. Fransızca bilgisini tazeledikten sonra birkaç Fransız bilimciyle buluşup Academie Royale des Sciences’ın toplantılarına katıldı. Ancak Fransız bilimcilerin önde gelenleriyle gerçek bir bağlantı kurmamış gibiydi. Hollanda’ya yaptığı kısa bir ziyaretten sonra Londra’ya dönüp eski öğrencisi, psikolog ve ünlü yazar William’in babası Henry James’in yanında kaldı.
Birçok New Fngland’lı gibi Joseph ve Harriet de İskoç kökenli olduğundan ikili, Edinburgh ve İskoçya’nın diğer yerlerindeki önemli kişileri ziyaret etti. Henry seyahatini, British Association toplantısının yapıldığı Liverpool’da sonlandırdı. Henry, Amerika’ya geri dönerken Avrupa’daki fizik, özellikle deneysel fizik ve bilim eğitimi hakkında çok iyi bilgilendiğini düşünüyordu. Döndüğünde çok iyi bir durumdaydı; güçlü ve coşkulu, elektromanyetizma üzerine kendi araştırmalarını sürdürme konusunda kararlıydı. Yeni olgunun ustalıkla, eksiksiz ve yeni bir incelemesi için yapılacak bu araştırmalar deneysel fizikte bir model oluşturma görevini görecekti. Bu araştırmanın önemi, bilime kazandırdıklarından çok Henry’nin izinden gelenlerin önünde açtığı yeni alanlardı.
Henry artık kırk dokuz yaşındaydı. Princeton’a gelirken yapmayı planladığı her şeyi burada geçirdiği on dört yılda gerçekleştirmişti. Cana yakın arkadaşlıklar kurmuş, yeteneğine uygun görevler üstlenmişti. Üniversite mensuplarından itibar görmüş ve onurlandırılmıştı. Öğrencileri ona saygı gösteriyordu. Bilimsel açıdan daha tükenmemişken, hatta gücünün doruğunda olduğu bir dönemde aktif bilimsel çalışmalardan çekilmeyi, düzenleyici ve yönetici olmayı seçti. Bu değişikliğe neden olan Henry’nin Smithsonian Institution’ın sekreterliğini kabul etmesiydi. Felsefi anlamda tam bir tarafsızlıkla Amerikan biliminin ihtiyaçlarını belirlemeye ve bu ihtiyaçlarını giderilmesine yardımcı olmak için çabalamaya koyuldu.
Amerikalı olmayan ve Amerika’yla hiçbir bağlantısı olmayan bu kişinin, bu önemli Amerikan kurumunu nasıl kurduğunu anlamak için kurucusu hakkında bir şeyler söylemek gerekiyor. Gençliğinde James Lewis ya da Luis Mace olarak bilinen James Smit-hson, üçüncü nesilden Northumberland Birinci Dükü Hugh Smithson ile zengin ve soylu Elizabeth Mace’nin evlilik dışı oğludur. 1765’te Fransa’da doğdu. On yedi yaşında Pembroke College’ın bir üyesi olarak University of Oxford’a yazıldı. Daha sonra peşini hiç bırakmayacağı bilime çok erken yaşlarda merak sardı. 1787’de Royal Society’nin üyesi olarak kabul edildikten sonra, bu kuruluşa makaleler sundu ve esas olarak kimya ve mineraloji üzerine olan bazı çalışmalarını yayımladı. Hâlihazırda Paris’te Arago ve Lond” ra’da Cavendish gibi zamanının birçok önemli bilimcisini tanıyordu. Daha sonraki hayatının çoğunu Avrupa kıtasında geçirdi. Berlin, Paris, Roma, Floransa ve Cenova’dan bilimcilerle bağlantıları vardı, sonunda Fransa’nın başkentine yerleşmiş olsa da Cenova’da öldü. Anlaşılan İngiltere’yi gayriıııeşru ilişki ve babasının bu ilişkiyi reddetmesinden dolayı terk etmişti. Hakkı olduğunu düşündüğü sosyal itibarı hiçbir zaman görmedi. Belki de yeteneklerini çok abartma ve zenginliğiyle hava atma eğilimi vardı.
Smithson atmış yaşında yazdığı vasiyetinde hatırı sayılır mal varlığı yeğenine ve ondan sonra da “ABD’de halk arasında bilgiyi arttırmak ve yaymak için Smithsonian Institution adı altında Washington’da kurulacak bir kuruma” geçecekti. Daha önce mal varlığını Royal Society’ye bırakmayı düşünmüştü ama kararını neden değiştirdiği hâlâ bir muammadır. Kısa süreli görüşmelerin ardından vasiyetname kongre tarafından kabul edildi ve çok geçmeden 100.000 İngiliz altını New York’a gönderildi. Bu cömert bağışın tam olarak nasıl kullanılması gerektiği hakkında dokuz yılı aşkın bir süre boyunca ciddi tartışmalar yapıldı. Sonunda bir kütüphane, müze ve sanat galerisi kurulmasına karar verildi.
1845’in sonunda Henry bu yeni kurumun ilk yöneticisi ve sekreteri olarak atandı. Birkaç gün içinde görevine başladı. Arkadaşlarının çoğu onun Washington’a gitmesini istemiyor, yöneticilik ve organizasyon işinde tecrübesinin olmadığını söylüyordu. Kendisi de Royal Mint müdürü olduktan sonra hiçbir keşifte bulunmayan Nevvton’u anımsayarak bu görevi kabul etme konusunda pek istekli değildi. Princeton’daki yetkililer hata yaptığını düşündüğü takdirde Henry’nin geri dönmesini kabul edeceklerine söz verdiler. Henry’nin tüm iyi niyetine rağmen çok geçmeden kongre üyeleri müdahalelerde bulunacak ve problem yaratacaklardı. Henry’nin en öncelikli problemi, örneğin parlamento üyelerinin gösterişli bir bina inşa ettirmek gibi iddialı planlarla bağışı yağmalamalarını önlemekti. Aynı zamanda University of Pennsylvania’dan bir görev teklif edildiğinde kaçmak için bir şans elde etmişti. Bu teklif Henry’nin ihtiyaçları açısından ideal, ülkenin sunabileceği en arzu edilebilir bilimsel pozisyondu. Bilim için büyük bir kayıp olan sonraki teklifler de olduğu gibi bunu da reddetti. Henry, Smithsonian Institution’daki işler yoluna girdiğinde deneysel çalışmalarına geri dönebileceğini umuyordu ama bu mümkün olmadı.
Kısa süre içinde, şehirdeki yerleşim yerlerinden oldukça uzak, berbat kokulu nehrin yakınlarında, Washington Mall mevkiinde Şato olarak bilinen, Romanesk mimari tarzda sayılabilecek, kırmızı kumtaşından döner kuleli binalar inşa edilmeye başlanmıştı. Henry, bir dizi yayın çıkmasını sağlayarak ve diğer kurumlarla kitap değişim sistemini başlatarak kütüphaneyi geliştirmeye çalıştı. İlgilendiği konular inanılmaz çeşitlilikteydi. Meteoroloji konusunda otorite sayılacak kadar bilgisi vardı; zooloji gibi bilmediği konularda da uzmanlara danışıyordu. Federal hükümet giderek Smithsonian Institution^ her türlü amaç için kullanmaya başladı. Kuruma, Amerika kıtasının keşfedilmesi için gerekli olan arazi ölçümü ve keşif gezilerini organize etmek gibi pek çok görev veriliyordu. Telgraf hatlarının çekilmesi ya da demiryollarının planlanmasında her türlü öneride bulunuluyordu. İşler ABD’yle de sınırlı değildi. Smithsonian Institution günümüzde dünyanın en büyük müze ve sanat galerisi kompleksine sahiptir.
Joseph, karısı ve üç kızından oluşan aile hoşça vakit geçirdikleri Şato’da yaşıyordu. 1865’te çıkan yangında bina büyük hasar gördü. Smithsoıı’un çok sayıda bilimsel yazısı ve mineraloji koleksiyonuyla birlikte Henry’nin yazışmaları ve araştırma notlarının da aralarında olduğu çok değerli malzemeler yok oldu. Henry, kızı Mary ile birlikte Amerikan İç Savaşı’nın sonrasında Avrupa’yı bir kez daha ziyaret etti. Henry seksen yaşına kadar çeşitli görevlerde çalışmaya devam etti. 1877’nin sonunda bir sabah sağ elinin felç olduğunu fark ettiğinde de işinin başındaydı. Hastalığı, o dönemde tedavi edilemeyen böbrek iltihabıydı. Henry çok fazla yaşamayacağını biliyordu. Joseph Henry 13 Mayıs 1878’de Washington’da uykusundayken öldü. Georgetown’daki Rock Creek mezarlığına defnedildi. William Wetmore Story tarafından yapılan bronz heykeli 1883’te Şato’nun girişine yerleştirildi.
Henry, American Association for the Advancement of Sceince’ın 1848’de kurulmasında aktif rol oynadı. I ienry, Başkan Lincoln tarafından İç Savaş sırasında teknolojik önerilerde bulunması için kurulan, Avrupa akademileri gibi özel bir kurum olan National Academy of Sciences’ın ilk üyelerindendi. Henry kendi ülkesinde en önemli fizikçi olarak addedilmesine rağmen çalışmalarının ülke dışında onay görmemesini anlamakta güçlük çekmişti. Deneylerinin sonuçlarını zamanında yayımlamamasından dolayı keşifleriyle ulaşabileceği üne hiçbir zaman sahip olamadı. Çalışmalarını zaman geçirmeden açıkladığında bile yaptıkları göze çarpmamıştı çünkü bunu yapmak için seçtiği araç Avrupa’da pek bilinmiyordu. Uluslararası bilim dünyası onun yeteneklerini keşfettiğindeyse o çoktan hayata veda etmişti.